Günümüze ölümsüz eserler bırakan Sabahattin Ali katledileli 73 yıl oldu...
Babası asker olan Sabahattin Ali, “savaş” ve “acı” kavramlarıyla, tarihin en kanlı savaşlarından birinde, Çanakkale'de 8 yaşında tanıştı.
Daha sonra aile İzmir’e yerleşti. Ancak savaş peşlerini bırakmadı...İşgal yıllarında eğitimine başladığı Balıkesir Öğretmen Okulunda ilk şiir ve öykülerini kaleme alan Ali yükseköğrenimine İstanbul’da devam etti ve 1928’de Almanya’ya giderek dil eğitimi aldı.
Türkiye’ye döndüğünde Resimli Ay dergisine başvuran Ali, burada kuzeni Nâzım Hikmet’le tanıştı ve yeni bir edebi kimlik kazandı. O güne kadar romantizm akımının etkisinde iken, Nâzım Hikmet’le realizmi tanıdı ve onun etkisiyle “Kuyucaklı Yusuf”u kaleme aldı.
İlerleyen dönemde öğretmenliğe başlayan Ali, “komünist propagandadan” ve yazdığı şiirler bahane edilerek tutuklandı ve Sinop Cezaevi’ne gönderildi. Burada gördükleriyle birçok eser üretti. Unutulmaz “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma... ” dizelerini de yine Sinop Cezaevi’nde kaleme aldı.
Hapis yıllarından sonra Aliye Hanım’la evlenip Ankara’ya yerleşen Ali, bundan sonraki süreçte üretimlerine devam etti, Aziz Nesin’le “Markopaşa”yı çıkardı.
Baskı ve tehditlerle boğuşan yazar, çarenin yurtdışına kaçmakta olduğunu düşündü, ancak bu plan için anlaştığı eski subay Ali Ertekin tarafından sopayla dövülerek öldürüldü. Cansız bedenini ise bir çoban buldu. Ali’nin bulunduğu yere “Sabahattin Ali Çatağı” adı verildi.
Öldükten sonra hikâyeleri Rusça’ya çevrilen ve dünya çapında okunan yazar için Nâzım Hikmet şunları söyledi: “Sabahattin Ali’yi, Puşkin’in ve Lenin’in dili sayesinde yalnız Ruslar değil, yetmiş yedi millet okuyor. Yetmiş yedi millet Sabahattin Ali’nin halkını, Türkiye halkını ve onun dilini seviyor. Çünkü Sabahattin, Türkiye halkının ve Türkçenin en namuslu, en yurtsever, en istidatlı evlatlarından biridir.”
"....görmek istersen denizi, yukarıya çevir yüzü, deniz gibidir gökyüzü... "