1950'li yıllardan sonra ülkenin ekonomisinin Marmara'ya sıkıştırılması, özellikle İstanbul'a Anadolu'dan yığınlar halinde insanın göç etmesine sebep olmuş ve bu insanlar bu ekonominin ucuz işgücü olarak kentlerin varoşlarında yaşam mücadelesine girişmişlerdir. Bu göç neticesinde Anadolu boşalmış, tarım hayvancılık zayıflamış, köylerdeki okullar, nahiyelerdeki sağlık ocakları kapatılarak yaşam neredeyse sonlandırılmıştır. Cumhuriyeti kuranlar ülkenin topyekun kalkınması için Anadolu'da her yörenin ekonomik potansiyeline uygun fabrikalar, işletmeler kurdular. 1950'den sonra gelen iktidarlar bunun tersini uygulayarak ülkeyi batıya yığdılar. Anadolu'yu boşalttılar. Fabrikaları kapattı veya sattılar.Boşalan Anadolu'da şu anda uluslararası maden şirketleri at koşturuyor. İnsan yaşamını ve doğayı rantları uğruna yok ediyorlar. Anadolu yok oluyor.
İstanbul büyükşehir belediye başkanlığına seçilen Ekrem İmamoğlu, hiçbir siyasetçiye nasip olmayacak derecede şanslı. Bir dönem ilçe başkanlığı, bir dönem ilçe belediye başkanlığı yapıp, sonradan da Türkiye'nin kalbi haline getirilmiş olan İstanbul'a Büyükşehir Belediye Başkanı olmak herkese nasip olmaz. Ekrem İmamoğlu bu şansını bu ülke için değerlendirmek istiyorsa bir sonraki adımı hemen başka bir göreve talip olmak yerine birkaç dönem İstanbul'u en iyi şekilde yönetmek olmalıdır. İstanbul ülkenin yüzölcümü içerisinde %3,4 bir büyüklüğe sahip olmasına rağmen, nüfusun %25'ini taşımaktadır. Aslında taşıyamamaktadır. Bilimsel yaklaşımlara göre İstanbul 8 Milyon nüfusu barındırabilir ama bugün 18 Milyona dayanmış bir nüfus var. Eğer Kanal İstanbul denilen emlak ve rant projesi gerçekleşirse bu nüfusun 25 Milyona çıkması kaçınılmaz. Mevcut hali ile işkenceye dönüşen İstanbul artık yaşanılamaz hale gelecek.
Çözüm nedir? Bu noktada bir önermede bulunacağım. İstanbul'da yoğunlaşmış bazı yöreler var. Sivaslılar, Kastamonulular, Tokatlılar, Karslılar, Trabzonlular Doğu ve Güneydoğudaki kentlerden birçok yurttaş. İstanbul'da yaşamalarına rağmen hala anayurtlarını unutmamış, oralarla gönül bağları olan insanlar. Büyük bir ekseriyeti de ekonomik olarak güçsüz, mutsuz, umutsuz gelecek kaygıları olan insanlar. Kentte kalsa tutunamıyor. Gitseler anayurdunda kurulu bir düzenleri veya o düzeni kuracak güçleri ve cesaretleri yok. İşte yerel yönetim bu noktada devreye girmeli. "Aslında merkezi iktidarin bir politikası olmalı ama bu konuda umutlu degilim." Anadolu'daki ilçe belediyeleri, kooperatifler, dernekler, vakıflar, bu yörelerin iş insanları ile birlikte projeler geliştirerek, ortak iktisadi işletmeler kurarak bu insanların kendi memleketlerinde yeni bir yaşam kurmalarına olanak sağlamalıdır. Sosyal ve kültürel donatılar tesis ederek Anadolu'daki yaşamı cazip hale getirmelidir. Öncelikle nahiyelerdeki okullar yeniden açılmalı. Donanımlı öğretmenler buralarda istihdam edilmelidir. Sağlık hizmetlerine ulaşmak kolaylaştırılmalıdır. Bu projeye dahil olan yurttaşların çocukları İstanbul'da bir üniversiteyi kazandığında barınma ve burs imkanları sağlanmalıdır. Bu yurttaşlarımızın ürettiği ürünler kurulan kooperatifler eli ile Belediye tarafından alınmalı, üretim teşvik edilmelidir. Bunlar yapıldığında İstanbul da, Anadolu da, Ülke de nefes alacak ve rahatlayacak. Aksi halde sürekli büyüyen İstanbul'a bu büyümeye paralel yeni yatırımlar ve projeler yapmak sorunu kangren hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Oysa ki bu bütçelerin çok küçük bir miktarı ile bu projeler gerçekleşebilir.
Çok mu ütopik ve imkansız geliyor. Ama bence değil. Emperyalist işgale karşı mücadele başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları mücadeleyi Anadoludan başlattılar. Aynı noktadayız ve aynı yolu takip etmeliyiz.Meşhur sloganımızda ki gibi;
"Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz"
Cafer Yıldız
Divriği Kültür Derneği
49.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı